Çakırcalı Mehmet Efe

avatar
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Herkese selam, umarım hepiniz iyisinizdir. Beni soracak olursanız şu anlık iyi hissediyorum kendimi. Sonrası ne olur bilemem. 🙂

Ekim ayını geride bırakırken okuduklarım ve izlediklerim üzerine bir şeyler yazmak için geldim yine. 🙆‍♀️
Aslında aylık okumalar kısmında bu kitaplardan bahsetmek istiyordum ama oraya sıkıştırmak istemedim. Hem çok uzun olurdu. Dünden beri filmlerine de bakıyor olmamın etkisinden midir nedir içimden geçenleri dolu dolu anlatmak ve konuşmak istedim sanırım.


20231030_135249.jpg

Başlıktan da anlaşılacağı üzere Çakırcalı Mehmet Efe'yle tanıştırmak istiyorum sizi. Onun adına yakılan türkülere aşina olanlarımız vardır, belki hayat hikâyesini bilenlerimiz de. Filmlerini seyredenler de olabilir ama yine de sevdiğim yiğit bir karakterden bahsetmekten mutlu olacağım.
Onu anlatan, Atatürk'ün de sevdiği türkülerden biri olduğu söylenen İzmir'in Kavakları'nı ekliyorum buraya. 🎶🎶

İzmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler Çakıcı
Yar fidan boylum
Yakarız konakları

Sabahattin Ali'nin maalesef çok az eseri var. Keşke daha fazlasını yazmaya ömrü yetseydi..
Çakıcı'nın İlk Kurşunu, yazarın sandığından çıkan hazineleri barındırıyor. İçinde daha önce yayınlanmamış ikisi tam, biri yarım kalmış üç kısa hikaye, bir uzun hikaye, on bir şiir ki orijinal el yazıları da dahil, Kağnı adlı sevdiğim bir öyküsünün opera şeklindeki hali, ileride kaleme almayı planladığı romanlarına dair notlar ile 1930 ve 1940'larda çeşitli gazetelere yazdığı makaleleri içeriyor.


20231030_220959.jpg

Sayfalar arasında kendi fotoğrafları, kara kalem çalışmaları, otoportresi ve renkli desenleri mevcut. Çok yönlü bir eserle karşılaşacağımı ummuyordum ama dediğim gibi hazineydi her biri.


20231030_220808.jpg

1932 yılında, Konya'da verdiği "Kadınlar Üzerine Bir Konferans" başlıklı konuşmasını içeren makalesi nefisti. O yıllarda ve Anadolu'nun sembol kentlerinden birinde böyle bir konuşma yapabilmek herkesin harcı değildir. Kendisine dinleyici bulmuş olması da ilginç. Her kadının ve de erkeğin okumasını isterdim.

...Bu kızlar hudâ-yı nabit bir ot gibi büyürler, ihtiyar olurlar, dünyaya niçin geldiklerinin, dünyanın ne demek olduğunun farkına bile varmadan tekrar çekilip giderler. Anaları babaları, kızlarının ev kızı olmasını istemekle onu ev kadınlığına hazırlamış filan da değildirler; ortalık süpürmeyi, yemek pişirmeyi, vaziyeti iyice aileler de birazcık ud, keman çalmayı veya iki kelime Fransızca konuşmayı öğrenmelerini kâfi görürler. Yaşları biraz büyüyünce kızların üstlerine başlarına dikkat ederler fakat fikri seviyesini yükseltmek için en ufak teşebbüste bulunulmaz. (sf 114)

Memleketin bütün kadınlarına medeni hayatta layık olduğu rolün verilmesi zamanı gelmiştir. Artık okuyan kızlarımızın boş fakat bilgiç ve manasız bozuk bir kukla olmaktan, kızlarımızın satılık bir mal, bir vitrin eşyası haline gelmekten kurtulması lazımdır. Artık köylü kadınlarımızı kara öküzün bir yardımcısı, bir yarım hayvan olmaktan kurtarmalıyız. Bunun için de harici tedbirlerden ziyade içten gelen arzular lazımdır. Kadınlarımız bunu bütün kuvvetleriyle istemeli, bunun için bütün kuvvetleriyle uğraşmalıdırlar. Hiç kimse hiç kimseyi yükseltemez, herkes kendi kendisini yükseltmek mecburiyetindedir. (sf 117)

Memleketimizin kadın ve erkeklerini, biri diğerini sürükleyen ve taşıyan değil, el ele ve aynı tempoda yürüyen iki mahluk olarak göreceğimiz günün uzak olmamasını dilerim. (sf 118)


20231030_221035.jpg

O yıllarda bu ve buna benzer metinler kaleme alması ve bunları yüksek sesle dile getirmesi bile ne kadar cesaretli bir insan olduğunu gösteriyor. Memleketi kurtarmak için nasıl bir nüfusa sahip olmamıza da değiniyor 9 Şubat 1944 tarihli başka bir yazısında. Şimdiki günlerimizi umarım görmüyordur, bir yerlerden izlemiyordur..

"Bu vatan yüz milyonu besler." deniyor ve bu yüz milyona beş on çocukla katılmak için derhal icap eden tedbiri almayanlar vatan haini sayılıyor. Cezai mahiyette bekarlık ve çocuk vergileri ile nüfus artması sağlanmak isteniyor. (sf 126)

Hayır, rızkını vermediğimiz, veremediğimiz müddetçe ne çocuk, ne nüfus isteyemeyiz. Karnını doyuramadığımız, sıhhatini koruyamadığımız, tahsilini temin edemediğimiz her çocuk, "bu memlekete yüz milyon lazım" diyenlerin gözüne onları gaflet uykularından uyandırmak için sokulmuş birer parmaktır.
Bize yarının hastanelerini, darülacezelerini, cezaevlerini dolduracak, cahil, mesleksiz, serseri yüz milyonun lüzumu yok. Bize, insan gibi yaşamak, hayatın nimetlerinden istifade etmek imkanlarına, hiç olmazsa bu sakat tedbirleri tavsiye edenler kadar sahip yirmi milyon vatandaş daha faydalıdır. (sf 128)


20231030_220905.jpg

Sabahattin Ali'nin resimleri de hoşuma gitti. Belki de bir çocuk kitabı tasarlıyordu kim bilir. Baykuş ve kurbağa çizimleriyle süslü sayfalar. :)
Onlardan bazılarını da ekliyorum buraya. Yazarın terekesini merak ediyorsanız kesinlikle okumalısınız.


20231030_220828.jpg

Şimdi asıl bahsetmek istediğim öyküsüne gelelim. Kitaba da ismi verilen Çakıcı'nın İlk Kurşunu baştan sona etkileyiciydi. İnce Memed esintilerini hissettim okurken. Yaşar Kemal'in de aynı kişiden bahsettiği kitabını edinmiş ama henüz okuyamamıştım. Sıradaki o olmalıydı..

Türk edebiyatında efsaneleşmiş bir karakterdir Çakırcalı Mehmet Efe. (Çakıcı Efe de deniliyor ama ben diğer ismini sevdim.)
Kitaba göre 1872-1911 yılları arasında Ege civarında ve özellikle Aydın ve İzmir'de yaşamış bir efedir. Efsanelere konu olmuş, birçok türkü söylenmiştir ardından ve kitaplarda anılmış, filmleri çekilmiştir.
Filmlerdeki kötü karakterlerden değildir o. Mert ve yiğit bir efedir. Babasının intikamını aldıktan sonra dağa çıktığını öğreniyor ve başından geçen acı-tatlı olaylara vakıf oluyoruz burada. Sömürülen ve ezilen halkın yanında; milletin tepesine basa basa yükselen zalim ağaların karşısındadır o. Mazlumun derdini çözer, yeri gelir Devlet Baba'dır insanların gözünde. Bu durum fukara ve iyi insanların hoşuna giderken zulümden keyif alan sadistlerin ve güçlülerin canını sıkar.
Onu bitirmek için çeteler kurulur, askerler gönderilir peşi sıra ama hep bir adım önlerindedir Çakırcalı. Askere kurşun sıkmaz ama çapulcuları perişan eder. Gücünü halktan alır, köylüler tarafından sevilir. Ama yine de bu sonsuza kadar devam etmez ne yazık ki..

Zamane Don Kişot'u tam bir şövalye olmak arzusundaydı. Çakırcalı'yı derdest edecek, onu kolları bağlı olarak İstanbul'a getirecek, ah bu hayal ne kadar tatlı idi... Fakat bir defa bunu görebilseydi. (sf 58)

Bu kitapta böyle bir yiğidi okuyacaksınız. Osmanlının son dönemine, insanların yaşantılarına şahit olacaksınız. Umarım yattığı yer incitmiyordur onu..

Şimdi hiç ara vermeden Yaşar Kemal'den dinleyelim Çakırcalı Efe'yi diye elime aldım kitabı. Daha arka kapak yazısında tek kaşımı kaldırmıştım. Şimdi sizinle paylaşıyorum, nedenini anlayacaksınız.

Çakırcalı Mehmet Efe, on beş yıldan fazla bir zaman boyunca eşkıya olarak Osmanlı'ya baş kaldırmış, binden fazla insanı öldürmüş, öte yandan fakir fukaranın koruyucusu olmuştur. Yaşar Kemal, Çakırcalı'yı öldüren müfrezenin kumandanı Albay Rüştü Kobaş'ın verdiği bilgiler ışığında eşkıyanın hayat hikâyesini, tanıklarının yorumlarına da yer vererek anlatır. (Arka Kapak)

İşte. Bir insanı, düşman olarak belleyen ve onu katleden birinin ağzından dinlemek ne kadar doğru ve objektif olabilir ki? Zaten sürekli kendini övüp durmuş, kimsenin yapamadığını yapmanın verdiği gururla şişinerek. Sinir oldum.
Tabii buna sebebiyet veren biraz da efenin son kızanı. Yazar, kendisine ölmeden ulaşmış, Çakırcalı'yı anlatması için. Fakat büyük paralar isteyince, karşılanamadığı için tüm bilgileri ve anılarını mezarına götürmüş. Yazıklar olsun.

Su testisi su yolunda kırılır. Şimdiye kadar görülmüş müdür ki bir efe başadak yaşasın, uzana uzana yatağında ölsün? Efe ne kadar yiğit olursa olsun, kurşundur sonu. Dağlar dağlar oldu olalı çok efe görmüştü. Hiçbirisinin sonu son değildi. (sf 28)

Çakırcalı'yı yakalamak için nice çeteler, nice zalimler gönderilir peşinden. Ama hepsini alt eder. Askerlere ise dokunmaz. Gençliğine bağışladığını söyleyerek peşini bırakmasını ister. Bu yüzden de askerlerin saygısını kazanmıştır.
O zamanlar "yüze inmek" diye bir tabir vardır. Bir eşkıyanın dağlardan inmesi ve affedilip normal hayatına devam edebilmesi için bir fırsattır. Devlet koruması altında normal bir vatandaş gibi yaşayabilir, ekip biçer, evlenip çoluk çocuğa karışır. Çakırcalı Efe ile Saray arasında defalarca bu anlaşma yapılır, kendisi Kır Serdarı olur. Bulunduğu köye hiçbir asker gelmemesi şartı kabul edildiği için kendisini güvende hisseder birkaç yıl. Fakat sonu yine dağlara çıkmak olur ne yazık ki..
Çünkü eski düşmanları rahat vermez, sürekli tahrik edip onun suç işlemesini bekler. Hatta o kadar ileriye giderler ki kız kardeşini kaçırır, akrabalarını öldürür ve halka eziyet ederek silahlanıp peşine düşmesini bekler.

Oğlum, bir daha bir yerlere kaybolma. Allah seni başımızdan eksik etmesin. Sen gittin de ağalar zor geldi, Osmanlı zor geldi. Gitme oğlum bir yerlere. Serçeler şahin oldu sen gidince. (sf 138)

Üzüldüm okuduklarıma. Bazen insanın elinden hiçbir şey gelmez. Namert bitmez bu topraklarda. İyiler ise yaşam mücadelesi vermek zorundadır hep. Keşke bir şeyler değişebilseydi..

Çakırcalı'nın mezarı Nazilli'nin dışında, yol üstündedir. Videolardan izlediğim kadarıyla halkın ona olan sevgisi ve ilgisi devam ediyor. İnsanlar o günden beri evliya türbesi makamı gibi görüp ziyaret ediyor. Yolum oralara düşerse ben de uğrayacağım.

Çakırcalı öldürüldükten yıllar yıllar sonra bile, o yoldan geçen köylüler mezara yarım saat kala, olanca sesleriyle bağırırlar: "Çakırcalı Efe! Çakırcalı Efe! Yol ver geçelim, yaban değiliz. (sf 181)

Sabahattin Ali'nin kaleme aldığı kırk sayfalık bölümden aldığım lezzet, Yaşar Kemal'in yüz seksen sayfada anlattıklarından fazlaydı. Oradaki Çakırcalı Efe'yi çok sevdim. Hayatını merak edenler varsa okuyabilirsiniz.

YouTube'daki filmlerinden karşıma ilk çıkanına bakmak istedim. Kitaplarda anlatılanlar gibi miydi yoksa farklı bir hikâyeyle mi karşılaşacaktım merak ettim.
1969 yılında Çakırcalı Mehmet Efe ismiyle çekilen filmdeki başrolde Kartal Tibet ve Hülya Darcan vardı. Ekibindeki efeler de tanıdığımız karakter oyuncularındandı. Kartal Tibet'in Çakırcalı rolü gayet iyiydi ama olaylar biraz farklı işlenmişti. Daha yeni okuduğum için aradaki farkları anlayabiliyordum. Fakat onun hatırasına bir zarar verilmemiş genel olarak. Tabii ki kitapta bahsedilenlerin çok azı beyaz perdeye yansıtılmıştı ama görebilmek güzeldi yine de.

Sonraki gün 1987 yapımı, Çakırcalı Mehmet Efe (Dokuz Dağın Efesi) ismiyle uyarlanan filmi izledim. Başrolde bu kez Hülya Darcan'ın eşi olan Tanju Korel vardı. Kendisi biraz büyük gösterdiği için onu Çakırcalı gibi hissedemedim hiç. Yukarıda bahsettiğim filmden biraz farklıydı, anlatılanlar kitaptakilere daha yakın geldi bana.

Ardından 1958 yapımı Dokuz Dağın Efesi isimli, Metin Erksan'ın yönettiği filmi seyrettim. Başrolde Fikret Hakan vardı ve bence Çakırcalı'nın gerçek görünümüne en yakın olan oydu. Fiziği çok benziyordu ona. Film, bir önceki bahsettiğim ile aynıydı resmen. Sadece oyuncular değişmiş ama ana hikâye aynı kalmıştı.

İyi ki okumuş ve izlemişim. İyi ki Çakırcalı Mehmet Efe'yi burada anlatabiliyorum, sayfamda bulunacak olması büyük mutluluk benim için.
Okuyan ve yanımda olan tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. 💐



0
0
0.000
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
5 comments
avatar
(Edited)

Yine güzel bir yazı gelmiş 🌸 Dilerim sonrasında da hep iyi hissedersin su. Çakırcalı Mehmet Efe ile ilgili detayları keyifle okudum. Kendisinin cesaretini ve adalet duygusunu hissetmek gerçekten etkileyici. Farklı dönemlerde çekilen filmlerle karakterin hayatını anlatman da hoş bir ayrıntı olmuş. Bu yazı tarihle, kitap ve filmlerle ilgilenen herkes için değerli bir rehber niteliğinde. Ellerine sağlık 🤗

avatar

Bu yazı tarihle, kitap ve filmlerle ilgilenen herkes için değerli bir rehber niteliğinde.

böylesine detaylı okuduğun, önemsediğin ve beğendiğin için teşekkür ederim 🤗 🌼
biraz olsun tanıtabildiysem ve burada duyurabildiysem Çakırcalı'yı, ne mutlu bana 🙆‍♀️

Dilerim sonrasında da hep iyi hissedersin su.

güzel dileklerin için çok teşekkür ederim 🎈

avatar

O yıllarda bu ve buna benzer metinler kaleme alması ve bunları yüksek sesle dile getirmesi bile ne kadar cesaretli bir insan olduğunu gösteriyor.

Dönemin şartlarını ve de ziyaret ettiği bölgeleri gördükçe ne deli cesareti varmış diyorum. Yürek yemiş fakat cumhuriyetin yüreğini yemiş anlaşılan.

Karnını doyuramadığımız, sıhhatini koruyamadığımız, tahsilini temin edemediğimiz her çocuk, "bu memlekete yüz milyon lazım" diyenlerin gözüne onları gaflet uykularından uyandırmak için sokulmuş birer parmaktır.

Bilinçsiz üremenin hayvan üremesinden farkı yoktur. Doğal seçilim ile elbette savaşır herkes fakat daha fazlasına acı çektirmek inandıklarını dinin öğretilerine de karşı gelmez mi? Neyse. Derin mevzulara girmenin alemi yok.

Askere kurşun sıkmaz ama çapulcuları perişan eder. Gücünü halktan alır, köylüler tarafından sevilir.

Fikirleri, insanları, hepsini de yücelten yükseklere çıkaran köylüdür. Köylü milletin efendisidir de köylü aklını kaybettikçe efendi de kaybeder aklını. Yolundan sapar. Güzel bir örneğidir.

Bir insanı, düşman olarak belleyen ve onu katleden birinin ağzından dinlemek ne kadar doğru ve objektif olabilir ki?

"Eşkıya" ile şaşkınlığımı gizleyemedim bir türlü. Hâlâ da şaşkınım. Bahsettiğin kitapları ben de bir elime alsam iyi olacak anlaşılan.

Kartal Tibet'in Çakırcalı rolü gayet iyiydi ama olaylar biraz farklı işlenmişti.

Bu üzücüdür ki filmlerin büyük çoğunluğunda asıl hikâyeye sadık kalınmaz. Yönetmenler ve oyuncular olayları, karakterleri güncel zamanda yer edinebilmek için zevklerine göre eğip bükmekten çekinmezler. Gerçekler acıdır. Bu acıyı halka tattırmaktansa bal sürülmüş dudakları ile öpmeyi ve de konuşmayı pek bir severler.

Çakırcalı Mehmet Efe'den bahsettiğin için ben teşekkür ederim. 🌠

avatar

Derin mevzulara girmenin alemi yok.

konuşmadan da anlatabilmek, anlayabilmek güzel şey..

Bahsettiğin kitapları ben de bir elime alsam iyi olacak anlaşılan.

buna sevindim, okursan yorumlarını da paylaşırsın bizimle 🤗

Bu acıyı halka tattırmaktansa bal sürülmüş dudakları ile öpmeyi ve de konuşmayı pek bir severler.

harika bir tabir 👌
bahsettiğin gibi oluyor ne yazık ki..

okuduğun ve uğradığın için asıl ben teşekkür ederim, Çakırcalı'yı tanıtabildiysem ne mutlu bana. 🤗🌸

avatar

konuşmadan da anlatabilmek, anlayabilmek güzel şey..

Artık çoğunlukta telepati gibi bir şey oluşturdular... 😂

buna sevindim, okursan yorumlarını da paylaşırsın bizimle 🤗

Kütüphaneyi arşınlayayım bir mutlaka 😁

Ben teşekkür ederim, her ne kadar mesleğim bu bilgileri en ufak detayına kadar bilmemi gerektirse de bazen hepsine yetişemeyebiliyorum. Zor. Özellikle de zaman varken ve maddiyat yokken. Bir de bulunduğum bölgenin kütüphanesinin kaynakları sıkıntılı iken. 💫